Hoşgeldin =) Mutlu ya da mutsuz...Kafama estikçe yazdım ben...

Okuyup kendinden bir şeyler bulur musun bilmem!! İyi yazıyorum diye kendimi de övemem... İçimi döktüm, döküleni topladım bir daha döktüm belki. Tekerrür ettim kendimi, hırpaladım, yordum, yücelttim de bazen. Ben benim olanı ve olmayana özlemimi, kaybettiğimi ve kazandığımı, kızdığımı ve sevdiğimi, dengesizliklerimi ve özlemlerimi yazdım buraya. Ortaya çıkanı seversen ne mutlu bana!

21 Mart 2020 Cumartesi

Gecmis

Bir baktim da bu aksam, gecen sene cocuklugumla ilgili daha cok sey hatirliyorum... Korktum kendimce ve yazmaya karar verdim aklimdaki gecmisimi. Bir sene sonra daha fazlasini unutacagimdan, zamanla cocuk oldugumu hatirlayamayacagimdan korktum...

Kendimi bildigimden beri hatirladigim ilk anim kardesimin alti acildiginda, annemin onu yatirdigi kendi yatagindan firlayip, pipisi disarda, bezsiz bir sekilde ve ustunde buyuse de giyer umuduyla alinmis fanilasiyla; koyu kahverengi, ustu kucuk dortgen desenli, eski tip halifleks kapli evde kosturmasiydi.

İki katli o cati kati dairede ilk katin holundeki kilere girip, kilerin kucuk camindan disariya baktigimizi, annemin ceza olarak bizi kilitledigi kucuk tuvalette, karanlikta, sabun ve suyla duvarlari yikadigimizi, ust kattaki en dip soguk odadaki komurlugun o goruntusunu, kardesimi kanepenin altina saklayip ustune oturup Rocky Balboa seyreden kucuk dayimi, o dayim evden gitmesin diye salonun terasa acilan yuksek camindan ayakkabilarini attigimizi, evin dis kapisi calinca geleni gorebildigimiz arka odanin camina kostugumuzu, cocukluk arkadasimla bir gece boyu Barbue oynayip zamanin nasil gectigini anlamadan sabahi ettigimizi, arkadaslariyla toplanip okey oynayan anne babamizin oyun masasinin altina girip cocukluk arkadaslarimizla saklanbac oynadigimizi, yaz yagmurunda buyuk terasta ciplak ayak kostugumuzu, dedemin öldüğünü annemin bize soylemesini, kardesimle birbirimizin yatagina kulotsuz oturdugumuz icin ettigimiz kavgalari, sinifimizin en basarili ogrencisinin geceleri deli gibi ders calisirken evin karsisindan perdeye vuran golgesini, okul servisi beklerken yan komsumuzun liseye giden kizina giptayla baktigimi, ev sahibimizin evinde Turk filmlerindeki gibi bir icki servisi arabasinin oldugunu, kardesime su diye yutturup Cin icirdigimi, catimizin damladigini, hemen caprazimizda oturan en yakin arkadasimin evine gidip kaldigimi, bana mini etek yasakken onun annesine “bugun bu etegin daha kisasini alacagiz degil mi anne?” diye sorusunu, annesi bizi okula gotururken bana bacaklarimi on koltuklara dayayarak kendimi kaza aninda nasil koruyacagimi anlattigini, kardesimin sunnetinden sonra cirilciplak yatakta sirt ustu yattigini hatirliyorum.

Sonra tasindik oradan, sehrin diger tarafinda, muhafazakar bir ailenin dairesine. Tek katli ve ara katti. Annemin hep diledigi gibi. Babam gitmisti coktan. Biz annem ve kardesimle yalniz kalmistik. İlk gittigimizde zillerin uzerinde yazan “Yedek” yazilarini ev sahiplerinin yedek daireleri sanmistim. Soyadlari oldugunu cozmem biraz zaman almisti. Babamin arabasinin arkasi sucuk, peynir ve lokumla dopdolu gelislerini hatirliyorum ve sonra kavga kiyamet gidislerini, her geldiginde bir temiz dayak yerdik her birimiz, gelmesin ister olmustuk. Okula yakindi, yuruyerek gidip gelmeye baslamistim okula. Bir gun okuldan donerken hep ciktigim ara merdivenlerde bir adamin isedigini ve cinsel organini gordugumu ve kactigimi hatirliyorum, yolumu uzatip eve gec gitmistim, ailelerimiz su vermeyince 1 km otedeki cesmeye yuruyup su savasi yapmak icin su tasidigimizi, misafirlige gelen Cuneyt isimli cocugun kayboldugunu ve onu Cüneyit lan it diye bagirarak mahallede aradigimizi, annemin babamin yanina gittigimiz bir keresinde merdivende terliginin topugunu kirip dustugunu, basamaga cokup hungur hungur agladigini, hava kararinca mahalledekilerle saklanbac oynadigimizi, ilk kez babamin yanina gitmek icin ucaga tek basima binisimi, babamin bir gelisinde kavga ettigimizde evden kacisimi ve yan binanin komurlugune saklanip onlar beni ararken onlari izleyisimi, bir kac blok otemizde oturan yakisikli, basketbolcu cocugu, ilk regl olusumu ve korkudan kulodumu attigimi, kuzenimin ilk regl kanini bana gosterisini ve annemin ona attigi tokadi, suslu alt komsumuzun aksamlari saclarimi bigudiye sarisini, okulda ilk graffiti yaptigimiz duvarda o zaman nickname olarak MIRC’de kullandigim Foxy Zed’ in ne guzel gorundugunu dusundugumu, en yakin arkadaslarimla okulun demirliklerine tutunup sacma sapan poz verdigimizi, kendi amator dekorasyon dergimizi yaptigimizi, siniftan bir kizin Almanya’ya gidip geldikten sonra surekli tesekkurler yerine Alman aksaniyla danke demesini, sinifta bana opucuk atan Arda’yi, Kimya sevmedigim icin bana calisma kagidi vermeyen tikli Kimya ogretmenimi, asi olacagimiz bir gun bayilip kendimi ayaklarim tepeye dikili ogretmenler odasinda bulusumu, baska bir gun asi oldugumuzu ogrenip cantami camdan atip, ogretmenden kantine gitmek icin izin alip okuldan kactigimi, okul kantininde yedigim dunyanin en guzel salamli sandvicini, İstanbul Pastanesinin bir donem yaptigi o guzel soguk sandvicin tadini, sehrin en islek caddesinde gezerken surekli tanidikla karsilasmalarimizi, kuzenimle yaptigimiz Sebnem Ferah-Sil bastan duetlerini cep telefonuna kaydetmelerimizi, kendi alfabemi olusturup gunlugumu annem okumasin diye onunla yazdigimi, ilk kez sigara icisimi, zula adini verdigimiz sigara sakladigimiz Fener’deki o kuytu kose yeri, okulun katildigim tek dondurma gununde giydigim o sacma sapan seyleri, ilk kez kuzenim ve en yakin arkadasimda babamla bulusmak uzere geldigim İstanbul’da İstiklal Caddesinde okuldan arkadasimizla karsilastigimizi, dayimin evinde babami beklerken sacma sapan fotograflar cektigimizi, ilk sevgilimi, onun bana asik kuzeniyle benim icin kavga edisini, babamin onu ogrenince telefonumu kirip beni dovdugunu, yanindan kovdugunu, saclarimi kazimasi icin kuafore gittigimi ama kazimayip erkek gibi kesen kuaforden pisman pisman cikisimi, hic mini etegim olmadigi icin arkadasimdan aldigim mini etekle, adet duzensizligime baktirmak icin gittigimiz Ankara’da sevgilimle ilk bulusmami, ilk opucugumu, yumurtaligimda kist oldugunu ogrenince annemin fenalasmasini, doktorun bana hastaligin ilerleyince gelebilecegim hali anlatmak icin gosterdigi kitabin kapagindaki biri erkek biri kadin ikisi de erkek gorunumlu iki kisiyi, ilk kez ultrasona girisimde o vicik vicik jelden nasil tiksindigimi, agdasiz gittigim icin doktordan nasil utandigimi, ust kat komsumuzun oglunun asik oldugu cocukluk arkadasimla cikmaya baslamasini ve kavgalarindan sonra bizim kapimiza fotograflarini firlatmasini(simdi evliler 🙂), kardesimin hayalarina tekme attigimi, acidan terledigini, yine kardesimin yuzunu kirik porselen vazo parcasiyla kestigimi, dikis atildigini, kavga esnasinda beni itip arkamda daha once firlatip kirdigi kul tablasinin parcasina ciplak ayagimla bastigimi ve vucudumdaki tek dikis atilan yerimi o gun kazandigimi, kuzenimin yanimizda gun be gun buyumesini ve evdeki bebek guluslerini, deprem gununu, kamyonetin arkasinda butun kuzenler ustumuzde altimizda battaniyelerle yatisimizi, kuzenimle kavga etmis gibi davranip annemleri kandirisimizi, cocukluk arkadasimla dersaneden eve donerken ilk kez lahmacun yedigimizi, annemin yaptigi mukemmel kremali ve cikolata soslu pastalari, annemin tasikardiden oturu bayildigini, perde takarken dusup bacagina morun 50 tonunda curuk kazandirdigini ve nihayet universite sinavini, puan hesabimi, babamla iddialasmalarimi ve universiteye gidisimi.

19 Ağustos 2018 Pazar

Anne...

Çok ama çok tuhaf bir şeymiş... Kendi vücudunda kendi kalbinden başka minicik bir kalbin daha atiyor olması inanilir şey değilmiş. Daha hiç görmediğin bir yüzü bu kadar sevebilmek ve hiç tanışmadığın, konuşmadığın, hiçbir şey paylaşmadığın bir insani böyle özleyebilmek de öyle.

Öyle tuhaf ki daha anne olmadan anne olduğunu hissetmek, içinde taşıdığın o varlığın senden bir parça ve sevdiğinden bir parça ile oluştuğunu bilmek... Hayatını bir başkasına endeksli yaşamanın aslinda mantıklı hiçbir yanı yokken bundan keyif almak hakikaten o kadar acayip ki insan kendine inanamıyor. Hele de özünde bencilsen, hayat felsefen oldum olası “önce ben” olduysa, inanır mısın böyle kendinden önce birini koyabileceğine hayatının baş ucuna? Ben inanmazdım yaşamamış, onu içimde kıpırdarken hissetmemiş, canımı bu kadar yakmasına rağmen onu tarifsiz bir şekilde sevmemiş olsaydım. İnandım, hayatım boyunca hiçbir şeye inanmadığım kadar inandım. Meğer onu bekliyormuşum karşılıksız, katıksız, tarifsiz sevebilmek için. Özlem benim içimde varmış da meğer haberim yokmuş varlığından.

Rüyalarımda  onu içimden çıkarıp, öpüp koklayıp sonra geri içime koyuyorum. Bazen benimle konuştuğunu duyuyorum. Bana benzediğinden emin olduğum o yarısıyla gurur duyuyorum ve diğer yarısı için seçtiğim adamın kalbinin iyiliğini gördükçe, bu seçimim için kendimle de... ne yapsa gurur duyacakmışım gibi daha şimdiden. Ne yapsa “Onu ben doğurdum” diye bağırmak gelecek sanki içimden. Geceleri beni uyutmayan o küçük tekmeler güçlendikçe, uyuyamadığım için üzülmek, hayıflanmak yerine “haydi oğlum daha güçlü” diye içimden tezahürat yapıyorum.

Başardım sonunda... Sevgimi diri tuttum, bencilliğimi çöpe attım, kötümserliğimi yendim ve mutlu olabildim. Her şeyi o minicik olmasına rağmen en değerlim olabilmiş varlığa ve onun bana gelmesine vesile olanlara borçluyum. Hayata da koca bir teşekkür borcum var sanırım...

Teşekkür ederim. Anneyim...

19 Kasım 2017 Pazar

Malum olanlar

Hic inanmadigim, gulup gectigim hatta dalga gecip kahkahalar attigim seyler yasiyorum. Anlatasim var, inanir misiniz bilmem ama anlatasim var...

Bundan 12 sene once basladi butun her sey. Universitedeydim. Bir erkek arkadasim vardi o zamanlar. Askere gitti, tuhaf davraniyordu, icim de huzursuzdu. Bir Cuma gecesi ruyamda baska bir kizla o zamanin unlu sosyal medyasinda mesajlarini yakaladigimi gordum. Kalkar kalkmaz siradan bir insanin ilk yapacagi sey neyse ben de onu yaptim. Sifresini bildigim o sosyal medya hesabina girdim ve gercekten bir kizin mesajina rastladim. Sonrasi aslinda cok onemli degil ama buradan selam olsun. Kizla sonrasinda cok yakin arkadas olup yedigimi ictigimi paylastim.

9 sene once bir benzinlikte aksamin bir vaktinde, tesadufen tanisip ilk goruste asik oldugum bir adamla ilgili yanimdaki arkadasimin kulagina egilip  “Ben bu adamla evlenecegim” dedigimde aslinda ciddiydim. Kisa bir sure ciktik kendisiyle sonra ayrildik ve o baskasiyla evlendi. Onunla evlenecegim konusundak ciddiyetimden bir sey kaybetmedim. Sadece fikrimi “ondan baska kimseyle evlenmem” seklinde degistirdim. Ne oldugu cok uzun ve karmasik ancak su an o adamla evliyim. Huysuz kocama sevgilerimle.

Aradaki surecte basima hic geldi mi acikcasi hatirlamiyorum ama bundan 5 sene onceydi. Ozel bir bankanin genel mudurlugunde calisiyordum. Mezun olali 2 sene olmustu, aklimda bile yoktu yillar once yasadigim o deneyim. Bir gece isyerinde cok samimi oldugum bir arkadasimin bir oglu oldugunu gordum ruyamda, ayni da ona benziyordu. Ertesi gun ruyami isyerinde ona da anlattigimda tuhaf bir yuz ifadesiyle “Hayirlisi” dedi ve gitti. Cok uzerinde durmadim. 2 ay sonra kosarak yanima geldi. Meger ruyami anlattigim o gun esinin hamile oldugunu ogenmisler, ailelerine bile soylememisler. 2 ay beklemek istemisler ve o 2 ayin doldugu gun solugu benim yanimda almis. Selam olsun simdi ayni arkadasimin esine benzeyen bir kiz cocuklari var. Sanirim tutturamadigim iki sey bunlardi.

1,5 sene once 2  ay arayla bir cocukluk arkadasimi gelinlikle, karni burnunda ve kuzenimi de kollarinda bir cocukla gordum. Her ikisine de daha onceki olayi referans alarak kendimce arayip “Hamile olabilirsiniz” mujdesi verdim ve her ikisinin de hamileliginin haberi goz acip kapayincaya kadar geldi gercekten. Selam olsun biri bebegini dusurdu ve simdi yeniden hamile, digeri oglunu kucagina aldi ve buyutuyor.

Birkac gun once bir ruya gordum. Ruyamda kedimi havluya sarmistim, bir muslugun onunde kendisini yikiyordum ki kafami egince aslinda kucagimdakinin kedim degil bir erkek cocugu oldugunu gordum. İlk kez bir baskasinin cocugu oldugunu degil kendimi gormustum bu sekilde ve durumu da kendime yorup test aldim. Test negatif ciktigindaki hayal kirikligim gercekten buyuktu ancak asil şok 2 gun sonra baska bir arkadasimin test sonucunun fotografini bana atmasiyla geldi.

Su an saat 19.15. Yaklasik yarim saat once bu soz konusu arkadasim aklima dustu ve kalbim tabiri caizse hop oturup kalkti bir anda. Ve kanamasi oldugunu ogrendim. Kendimden, bana malum olanlardan ve 6. hissimden korkuyorum.

1 Ekim 2017 Pazar

Herkes kendine aittir...

Hiç ama hiç anlamıyorum... Kıskançlığı, aşırı sahiplenmeyi, sevdiğini kısıtlamayı...

Seni bırakıp başkasına bakacak insanı neden seversin ki zaten? Veya başkası ona baktığında gurur duymayacaksan neden berabersin ki onunla? Güzel özelliklerini sadece sen mi görüyorsun? Onun iyiliğini, güzelliğini bir kutuya saklayıp sadece kendine özel kılabileceğine gerçekten inanıyor musun? Sen tutuyorsan onun elini gerisinin önemi var mı? Ona "benim" dememelisin, ona "benimle birlikte" diyebilmelisin. Onun seçimi olmalı bu senin sahipliğin değil.

En önemlisi ne biliyor musun? O senden önce var olabildi, yaşadı ve kendini koruyabildi. Ailesinden aldığı bütün terbiye ve eğitim ona yetti, senin değiştirebilme kabiliyetin yok, ondaki değişim ancak ve ancak o değişmek isterse mümkün olabilir, bunu anlıyor musun? O isterse senin için değişmek, değişir. Seni hayatında tutmak için değişmesi gerektiğine karar verirse ancak değişebilir. Değişimin yan yana kalabilmek için tek çözüm olduğuna inanırsa değişir... Değişmezse kendisinin de mutsuz olacağına inanırsa değişir... Ancak ve ancak  kendi hayatında taşları yerine oturtabilecekse değişir...

İki insan birbirinin hayatında neden var olur hiç düşündün mü?

İki insan, farklı çevrelerde ve ailelerde büyüyüp yetişip, farklı karakterler edinip, başka bir insanla anlaşmaya neden razı olur sence? Onun yanında mutlu oluyorsan uyum sağlarsın. Onu olduğu gibi seversen ancak mutlu olur ve mutlu edersin. Peki ya iki kişi birbirini delicesine sever ve yine de mutlu olamazsa sorun nerededir? 

Sahiplenmeyi, kıskanmayı ve kısıtlamayı sevmek sanmayınca bir şeyler düzelecek. Başkaları ona bakar, başkaları onu benden çalar telaşına düşüp onun mutlu olup olmadığını sorgulamayı unutmaya başladığın gün artık yan yana olmanızın bir anlamı kalmamaya başlayacak. Çünkü iki kişi birbirini mutlu etmek için bir arada olur. Amaç tam da budur. 

Herkes bencildir aslında. Herkes kendi mutlu olduğu yeri seçmek ister. Sırf o mutlu olsun diye yanında durmazsın, sırf o mutlu olsun diye mutsuz olmaya razı olmazsın. Kıskandıkça tükenir bazı şeyler, onu sahiplendikçe o da kendini evdeki televizyondan, cep telefonundan ayırmaz olur. O senin malın olamaz hiçbir zaman. Sen dilediğin kadar inandır kendini, "o benim" de. Mutsuz olursa kalmaz. Mutlu olamazsa gider. O senin olmaz, kimse kimsenin olmaz.  

Herkes ana rahmine yalnız düşmüştür, herkes doğma çabasını yalnız verir, herkes ölüm döşeğini yalnız yaşar, ölürken kendi canını verir... Sen seninsin unutma, o da onun... Herkes kendine aittir bu hayatta...

11 Eylül 2015 Cuma

Kara Şubat

O gün... O kara Şubat günü daha girmemişken hayatımıza ve sen beni bırakmamışken, sözler döküldü ağzından... Geleceğinin sözü, bir Perşembe günü geleceğinin... Ve yine kek, poğaça ve patates salatası yapacaktık o Perşembe. Birlikte uzanıp saçmalayacak ve gülecektik. Ve o kadar soğuktu ki... Birlikte üşüyebilmek bizim için keyifti, dışımız üşüse de içimiz ısınırdı çünkü... Sınavların ayırdı bizi, sınavlar bitmeliydi, senin çalışman lazımdı zaten ama Perşembe bitiyordu her şey. Sonra hiç gitmemecesine başıma bela olacağının sözü döküldü ağzından. Sınavlarını geçsin de dedim ne yaparsa sonra yapsın, lanet okul bitmek bilmiyordu bizim aylaklığımızdan belki de...

Düşünmedim benden sakladığın bir şey olduğunu. Araba kullanmak konusunda anlaşmıştık çünkü; ben maaşımı alacaktım, bir kurs arabası kiralayıp direksiyon çalıştıracaktım seni. Canavar gibi bir şoför olacaktın. Ne şoförü!! Pilot olacaktın pilot!! Cambaz olmak lazımdı bu İstanbul trafiğinde malum ve cesaretinin delilikten olduğunu düşünüyordum. İçim sen söz verdin diye rahattı ama bir yandan da değildi, heyecanın cisimleşmiş resmen elle tutulur hale gelmişti; elimi çabuk tutsam iyi olur diyordum. Ah su maaş bir yatsaydı...

Sabahın 5.30'u uykumda tuhaf bir müzik duyuyordum, tanıdıktı da. Severdim bu şarkıyı. Artık sevmiyorum...

Sabahın 6.30'u. Bu şehirde trafiksiz caddeler görmeyeli baya olmuştu. Otomobillerin uçabileceğine inanmazdım o sabahtan önce. Daha işe gidecektim. Ve seni uykundan uyandırmak o kadar zordu ki Allah yardımcım olsa çok makbule geçerdi. Kapı duvardı zira uyanmıyordun. Elim acımıştı zili çalmaktan, kapı yumruklamaktan...

Sabahın 8.00'i. Nihayet çilingir kapıyı açmıştı. Kesin bir arkadaşında filan kalmıştın, su mimarlık projeleri, jüri müri cart curt, tabii bir de sabahın 5'ine kadar çalışmıştın. Kesin sarjın da bitmişti. İkinci telefonun da evde bir yerlerde olsa gerekti. Yoksa telefonsuz senin hayat ışığın sönerdi. Kesindi her şey kesin. Ve saat 16.00 sularında teşrif edip uyandığında, aradığımı görüp geri aradığında, sana gün görmemiş küfürler edip bu sabahımın acısını çıkaracaktım. Kaç kez dedim sana o telefon kapanmayacak ve aradığımda açılacak diye. Anlamıyor muydun? Benim zaten canım bir kez yanmıştı, paranoyaktım, fobim vardi. Bitmiştin sen, bu sefer 10 gün değil 1 ay ceza verip, konuşmayacaktım seninle.

Evde makbuzlar, fişler, kartvizitler, Twitter, Instagram ile baş başa kalmıştım. Yalan değil bir yerden çıkma bu kadar erken diye dua ediyordum. Sinirimin yatışması için zaman lazımdı. Erkenden meydana çıkarsan sana yapacaklarımın yarısı aklımda yoktu. Bulduğum ipuçlarını birleştirecek kadar bile kafam çalışmıyordu. Tanıdığın ve tanıdığım herkese ulaşmıştım belki. Sonra yine o müzik... Severdim bu şarkıyı... Artık nefret ediyorum...

Hastaneye vardığımızda ortak bir arkadaşımızın da yanımda fikirlerime destek vermesiyle, ayakta durdum. Sedyede odanda yatıyordun kesin, kolun filan kırıktı, bir iki yerinde çatlak filan vardi belki... O da "evet öyledir kesin" diyordu. Her şey kesindi... Kesin...

Saat kaçtı bilmiyorum... Hastane duvarları üzerime yıkılıyordu o sıra, kulaklarımdan uğultu geçmiyordu, herhalde ondan bakmayı unuttum. Doktorun ümüğünü sıkıyım dedim konuşamasın orospu çocuğu, kessin sesini. Hem bu doktorlar şerefsizdi, hep "her şeye hazırlıklı olun" deyip insanı germezler miydi? Emir'e de kaza geçirdiğinde öyle dememişler miydi? Yarin uyanacaktın sen, doğum gününe kadar ayaklanacaktın... 10 gün vardı... Senin yoğun bakımda olmandan çok, seni tutamamış olmam beni deli ediyordu. Allah'in belası kara Şubat çok da soğuktu... "Emanetimize sahip çıkamadın" dediler, dışımla birlikte içim de dondu...

Tam olarak senin hep bana yakıştırdığın şekle girmiştim o günden 3 gün sonra. Odundum sanki, gelene gecene boş bakıyordu gözlerim. Sabırla sana uyandığında söyleyeceğim o "iki çift" lafı kuruyordum kafamda. Kurtulamazdın benden. Bir daha arabayı bırak bisiklet sürmene bile izin yoktu. Alacaktım ehliyetini elinden, zaten neden daha önce yapmamıştım ki ben bunu! Kafama sıçayım diyordum da... Olanla ölene... Neyse...

Ayin 9'uydu... Ben artık uyansan da ne halde bir hayat geçireceğini biliyordum, doktorlar söylemişti. Herkes girdi çıktı yanına, sıra bana ilk gün gördükten sonra ancak o gün gelmişti, tam 8 gün görüşmemiştik, isyan edip uyanman gerekirdi ama uyanmamıştın, bu sefer kapıma dayanmamıştın. Artık seni tutamayacağımın bilincindeydim ben. Bir kere tutamamıştım, kendimi ve üzerinde var üzerindeki etkimi sorgulamayı çoktan bitirmiştim. Sonuç sıfırdı... Sen beni dinlememiş, bildiğini okumuştun. Halbuki benim annene sözüm vardi... Annenin yüzüne bakmaktan vazgeçmiştim artık... Onun da dediği gibi "Emanetine sahip çıkamamıştım."

Baktım sana... Hiç benim Burcu'm gibi görünmeyen o Burcu'ya, beni duyduğundan emindim. Çünkü sana, " Gitmek istiyorsan yine git, ben artık seni tutmaya çalışmaktan vazgeçtim. Belki de böyle huzur bulacaksın. Ama lütfen gideceksen de ya bugün git ya da yarından sonra çünkü gerçekten yarin gidersen,doğum gününde çekip gidersen kaldıramam, kimse kaldıramaz bu kadarını." demistim.

Ertesi gün işe gittim. Senin doğum gününde hastane köşelerinde, buz gibi yataklarda şuursuzca yattığını unutmam lazımdı. İçimden gelen o "yine bildiğini okuyacak" sesini bastırmam lazımdı. O artık nefret ettiğim müzik yine çaldı. Sadece müziğini değil telefonu da sevmiyordum artık. Kara haber getirmekten başka bir boka yaradığı yoktu.

O gün benim kendime, sana ve hayata küsüşümün ilk günüydü. Ve sen yine beni yanıltmamış, kendi bildiğini okumuştun.

Arabamdan da nefret ediyordum. Senin koyduğun ismi taşıyordu, yolcu koltuğunda senden başkasını görmeye tahammülüm yoktu. Ön panelde öpücük izin vardi, dikiz aynasında senin çektiğin fotoğraf da duruyordu. Son kez geldim yanına direksiyona geçip. Son olduğunu kabullenemeyen uyuşuk beynimle... Put gibi çektim o yolu. Toprak seni alırken görmeyecektim, yolu bilmez gibi yaptım. Gözlerim yansa da ağlamadan vedalaştım seninle. Toprak seni benden çaldı, ben de bir avuç ondan... İste O günden sonra Şubatlar hep kara Şubat'tı, topraklar hep kara toprak artık. 

6 Nisan 2015 Pazartesi

SONRA BİR GÜN...

Bir sonbahar günü, yağmur yağarken, günün yorgunluğu omuzlarımdayken yalvar yakar takıldım arkadaşımın peşine. Bir benzin istasyonunda oturuyordum, elimde sigara... Karşıdan biri geliyordu, kalbim mi yoksa aklım mı bilmem birileri bana fısıldadı "O senin evleneceğin adam". Bakamazdım yüzüne, alnımda yazıyordu sanki aşık olduğum. Kısa cevaplar verdim sorularına sesim titrer korkusuyla. Kalbim peşine takılmıştı, aklımsa diyordu ki "Üzüleceksin, gitme peşinden." Ben kalbimi dinledim, bir gece aldı seni ölümüne sevmem. Bir gecemi aldı sana ait olmaya karar vermem. Sonrasıysa bir rüya gibi... 

Aşka inanmayan bir insana aşkı anlatan gözlerin vardı senin. Özlediğim her şeyi bünyende saklıyordun. Koşturdum sen istedin diye, elin oldum kolun oldum, evin oldum. Rüyam öyle güzeldi ki, bulutların üzerinde, pamuk gibi bulutların üstünde, sen, ben, biz olmayı başardığım tek adam, ellerimden tutuyordu. İlk kez kendimden bir başkasının canı yanınca kalbimin acıdığını hissettim ben. İlk kez o ağladı diye oturdum ağladım, ilk kez evlenmek bana uzak değildi belki de gerçek olurdu hayallerim. Kendimden her zamankinden daha fazla umudum vardı artık. Bitmeyecekti ben ömür boyu seveceğim adamı bulmuştum. Sonra bir gün... 

 Bir direksiyonda ben, diğerinde sen... Koskoca dünya omuzlarımdaydı yine... Yanımdan gitmen beni öldürür diye korkuyordum. Yanımdan gitmene dayanamam diye... Yollar uzasın istedim, izin vermesin senin benden uzaklaşmana, varma o gideceğin yere... Evim bomboştu, içim bomboş... Şükretmeyi öğrendim hala hayatımda olmana. Uzakta bile olsan alışırdım özlemeye. Seni özlemek bile güzeldi, belki en güzel işkencemdi. Sen orada yaşıyordun, ben burada. Hep uzak olacaktık, hep sensiz olacaktım. Sesinle yetinmek zor geliyordu, sesine sarılamazdım çünkü...Sonra bir gün...


 Yalanlar girmişti aramıza... Ve senin acımasızlığın, sevgisizliğin, uzaklığın koymuyordu da gönlünün uzaklığı... İşte o kavururdu beni. Sevmediğine inandım, hiç sevmediğine. Oyuncaktım ben senin için, kısa süreli bir eğlence. Halbuki her şeyimi vermiştim düşünmeden. Aptal dedim kendi kendime. Zeki diye geçinen bir aptal... Sonra önce kendimi derslere, sonra alkole vurdum. Aramamak için kendimi tuttum. Geceleri rüya görmemek, görsem de hatırlamamak için içtim. Senin adını rahat rahat haykırıp, ağlayabilmek için içtim. Düşünmeye hiç vakit bırakmıyordum kendime. Sen hiç var olmamışsın gibi davranmak zorundaydım. Yerini doldurmaya kalktım sonra. Bir değil iki değil bazen aynı anda 3 kişiyle birden. Kalbimin sancısını kimse alamadı. Onaramadı kimse yaralarımı. Canım bedenime fazla geliyordu. Allah affetsin. Canımdan vazgeçmeyi planladım. Ölemedim, sensiz ölmek bile zor geldi. Hiç inancım kalmamıştı, hiç bir şeye isteğim... Hiç mutluluğum yoktu artık elimde. Hepsini senin için harcamıştım. Yıllar geçti tam kaçacaktım bu diyarlardan. Sensiz anlamı olmayan o kara şehirden kaçacaktım. İşte o gün, sen aradın.


 Dünyam aydınlandı, umudum yeşermişti. Seni görecektim, senin şehrine gelecektim. Yolculuk gözümde büyümüyordu artık, çünkü iki yolculuğumun arasında sen vardın ve ben hala senin olduğun her şeyi sevmeye programlıydım. O gün geldiğinde heyecandan iki saniyede bir saate bakıyordum. Saat bir türlü ilerlemedi, çünkü gelmedin. Beni yine yıktın ve gelmedin. Bitmişti artık her şey. Nefret etmeliydim ben senden. Gittim. Ve döndüğümde her ne olursa olsun başkasıyla geçirecektim hayatımı. Çünkü evlenmiştin... Çünkü artık benim için ölüydün. Ben buralarda yokken senin yüzün gülüyordu. Bense buralarda yokken, gelecek hayallerimin senden başkasıyla gerçekleşmeyeceğine karar verdim. Kendimi işe, okula her ne olursa ona verecektim. Senin mutluluğun önemliydi. Senden nefret etmem şarttı. Başka türlü yaşamam mümkün değildi. Sonra bir gün... 

 Daha fazla kalamadım uzaklarda, aklımı kaybetmeden dönmem lazımdı senin olduğun topraklara. Seninle aynı havayı solumaya kararlıydım. Senin şehrindi benim yerim. Sen benim olmasan da kabullendiğim bir şey vardı. Ben maalesef senin olarak kalmıştım. Mutsuzluğumu perçinleyen onca şeyin yanında seni aslında düşünmemem lazımdı ama her nasılsa hiç çıkamadın aklımdan. Sanki beynimde bir hapishane vardı da tek mahkum sendin. Sanki anahtarı da yutmuştum. Geldim senin şehrine. Başkalarıyla keşfettim senin yuvanı. Senin büyüdüğün yerlerden geçtim hep. Tam da atlatıyorum galiba derken... Sonra bir gün... 

 Tatlı tatlı mesajlar gelir oldu... Teknoloji sağolsundu. Sen yaşıyordun, sen beni unutmamıştın, inanılır şey değildi; ama gerçekti. Ama gerçeklerin arasında senin hala evli olman da vardı. Gelemezdim sana, savaştım kendimle. Yine yenildim. Nefret ettim kendimden ve iradesizliğimden. Nefret ettim duyduğum aşktan ve senden vazgeçemeyişimden. İçimde yenemediğim bir mutluluk ve onu bastırmaya çalışan bir umutsuzluk vardı. İçimde sen vardın, ben paramparçaydım. İçimde anlaşılamaz bir nefret ve aşk vardı. İçimde yok yoktu evet ve sen de yok olmak zorundaydın. Oldun da... Bir göründün bir kayboldun. Son dönüşün benim bayramım olmuştu. Kurtulmuştun zincirlerinden. Ve senin olmama izin vardı artık. Sonra bir gün... 

 Eski yerimde bulutların üstünde buldum kendimi. Her elimi tutuşunda ben de tutuştum. Her görüşümde aklım allak bullaktı. Seni her görüşümde mutluluktan ağlardım belki de... Yakınımdakiler sevdi, sevmedi, bir istedi bir istemedi seni. Herkesi silmeye hazır bir insan vardı elini tuttuğun. Senin için dünyayı hiçe sayacak. Sevgisi hiç eksilmemiş bir kadın... Hem de sana ait kalmış o kadın seninle her şeye hazırdı. Sonra bir gün... Gelip çatmıştı artık seninle güzel bir başlangıç. Gelip çatmıştı hayatımın geri kalanında senin olacağın o günler. 7 sene sonrasını bulmuştu ama bulmuştu işte sonunda yolunu. Kalbim doğru söylemişti. Sen benim evleneceğim adamdın. Senin yüzüğün vardı parmağımda ve baktıkça kahkahalar atmak istiyordum. Sonra bir gün... 

 Güzel olmasını istediğim ama huzursuz olan bir kalabalıktaydık seninle. Sanki kimseler yoktu aslında baş başaydık. Seni gördükçe mutlu oluyordum. Ve aynaya baktıkça beyazlar giymeyi ne kadar istediğim aklıma düştü. Sen de beyazdın... Biz birbirimize ait olduğumuzu ilan ediyorduk bütün dünyaya ve ailemiz bildiğimiz herkese. Yine bir yüzük mutlu etti beni. Senin parmağında gördüğüm o kocaman yüzük benim mutluluğumu taşıyordu. Yolun sonuna geldiğimizi anlatıyordu her şey bana. Başka bir yola çıkacaktık ve bu sefer beraber olacaktık. Sen benimdin artık. Seni tanıdığım günkü gibi aklımı, kalbimi, bedenimi ve ruhumu dolduruyordun. Sevindim kurdele kesildiği saniye. Yanlış adamı sevmediğimi anladım. Ben hep doğruyu sevmiştim. Kalbim de "BEN SANA SÖYLEMİŞTİM" diyordu bağıra bağıra. "BEN SANA SÖYLEMİŞTİM..."

 N.U. 06.04.2015

12 Şubat 2014 Çarşamba

Anne Ben Öldüm...

Anne ben öldüm... Doğduğum gün öldüm... Arkadaşlarım sırt çevirmişti, öldüm... Sevdiğim yüzüme bakmadı, öldüm... Kimsesizliğimi doktorlar tasdikledi, öldüm... Hevesime yenik düştüm, soğuk betonlar aldı canımı, öldüm...Küçüktüm küçücük, öyle çok canım gitti ki, bardakları doldurdu kanım, öldüm... Soydular, soğuk odalarda yattım, kesip biçtiler, kurtulamadım ellerinden, öldüm... Sıcaklığını duyamadan, hiç bir şey hissedemeden öldüm...Dostumun nefesini ensemde diye bilemeden öldüm... Yalnızlığımın soğuğunda, el oğlunun terk ettiği yerde öldüm... Sevdiğimi hep kendim gibi bilerek öldüm; özlemlerimi hiç söyleyemeden, hayallerime hiç kavuşamadan öldüm...Yolun yarısı denilen yaşın 12 olduğunu bilemedim, öldüm... Yoruldum, tükendim, istemsizce yaşlar aktı gözümden ama ağlayamadan, içimi dostuma dökemeden öldüm... Sırlarımla öldüm...İçimi bilen az dostum vardı, gözüm yine de arkada kaldı da öldüm...Hüznümü gülerek gösterdim, kimse kederimi anlamadan öldüm... Yalnızlığımdan, ölmekten korkup kaçarken kaybettim yolumu, hava düşman, yerler düşman, şeritler düşman, virajlar düşmandı bana, dayanılacak gibi değildi, öldüm... Gamsızlığım çocukluğumdandı, hiç büyüyemedim, büyümeden öldüm... Yalanlarım kar beyazdı, beyazları giydim de öldüm...Kolay severdim, çok sevilirdim, duaları duydum, duacım çoktu, yetmedi yetemedi beni uyandırmaya, öldüm...Gücüm sendendi anne, gücüm en sevdiğimdendi, çok sevdiğimdendi, affet beni anne, AFFET, BEN ÖLDÜM... Ana rahminde insanoğlu cenin halindeyken, dünyayı bulunduğu su kesesinden ibaret zannedermiş. Kese patlayıp doğarken, bebek öldüm diye çığlıklar atar ağlarmış. 25 yıl arayla, aynı tarihte , doğum günümde ben 2 kez öldüm... Sevgili dostum, canım kardeşim Burcu Çamur'un ruhuna ithafen. Seni ömrüm oldukça sevicem... Guzun 12/02/2014