Hoşgeldin =) Mutlu ya da mutsuz...Kafama estikçe yazdım ben...

Okuyup kendinden bir şeyler bulur musun bilmem!! İyi yazıyorum diye kendimi de övemem... İçimi döktüm, döküleni topladım bir daha döktüm belki. Tekerrür ettim kendimi, hırpaladım, yordum, yücelttim de bazen. Ben benim olanı ve olmayana özlemimi, kaybettiğimi ve kazandığımı, kızdığımı ve sevdiğimi, dengesizliklerimi ve özlemlerimi yazdım buraya. Ortaya çıkanı seversen ne mutlu bana!

11 Eylül 2015 Cuma

Kara Şubat

O gün... O kara Şubat günü daha girmemişken hayatımıza ve sen beni bırakmamışken, sözler döküldü ağzından... Geleceğinin sözü, bir Perşembe günü geleceğinin... Ve yine kek, poğaça ve patates salatası yapacaktık o Perşembe. Birlikte uzanıp saçmalayacak ve gülecektik. Ve o kadar soğuktu ki... Birlikte üşüyebilmek bizim için keyifti, dışımız üşüse de içimiz ısınırdı çünkü... Sınavların ayırdı bizi, sınavlar bitmeliydi, senin çalışman lazımdı zaten ama Perşembe bitiyordu her şey. Sonra hiç gitmemecesine başıma bela olacağının sözü döküldü ağzından. Sınavlarını geçsin de dedim ne yaparsa sonra yapsın, lanet okul bitmek bilmiyordu bizim aylaklığımızdan belki de...

Düşünmedim benden sakladığın bir şey olduğunu. Araba kullanmak konusunda anlaşmıştık çünkü; ben maaşımı alacaktım, bir kurs arabası kiralayıp direksiyon çalıştıracaktım seni. Canavar gibi bir şoför olacaktın. Ne şoförü!! Pilot olacaktın pilot!! Cambaz olmak lazımdı bu İstanbul trafiğinde malum ve cesaretinin delilikten olduğunu düşünüyordum. İçim sen söz verdin diye rahattı ama bir yandan da değildi, heyecanın cisimleşmiş resmen elle tutulur hale gelmişti; elimi çabuk tutsam iyi olur diyordum. Ah su maaş bir yatsaydı...

Sabahın 5.30'u uykumda tuhaf bir müzik duyuyordum, tanıdıktı da. Severdim bu şarkıyı. Artık sevmiyorum...

Sabahın 6.30'u. Bu şehirde trafiksiz caddeler görmeyeli baya olmuştu. Otomobillerin uçabileceğine inanmazdım o sabahtan önce. Daha işe gidecektim. Ve seni uykundan uyandırmak o kadar zordu ki Allah yardımcım olsa çok makbule geçerdi. Kapı duvardı zira uyanmıyordun. Elim acımıştı zili çalmaktan, kapı yumruklamaktan...

Sabahın 8.00'i. Nihayet çilingir kapıyı açmıştı. Kesin bir arkadaşında filan kalmıştın, su mimarlık projeleri, jüri müri cart curt, tabii bir de sabahın 5'ine kadar çalışmıştın. Kesin sarjın da bitmişti. İkinci telefonun da evde bir yerlerde olsa gerekti. Yoksa telefonsuz senin hayat ışığın sönerdi. Kesindi her şey kesin. Ve saat 16.00 sularında teşrif edip uyandığında, aradığımı görüp geri aradığında, sana gün görmemiş küfürler edip bu sabahımın acısını çıkaracaktım. Kaç kez dedim sana o telefon kapanmayacak ve aradığımda açılacak diye. Anlamıyor muydun? Benim zaten canım bir kez yanmıştı, paranoyaktım, fobim vardi. Bitmiştin sen, bu sefer 10 gün değil 1 ay ceza verip, konuşmayacaktım seninle.

Evde makbuzlar, fişler, kartvizitler, Twitter, Instagram ile baş başa kalmıştım. Yalan değil bir yerden çıkma bu kadar erken diye dua ediyordum. Sinirimin yatışması için zaman lazımdı. Erkenden meydana çıkarsan sana yapacaklarımın yarısı aklımda yoktu. Bulduğum ipuçlarını birleştirecek kadar bile kafam çalışmıyordu. Tanıdığın ve tanıdığım herkese ulaşmıştım belki. Sonra yine o müzik... Severdim bu şarkıyı... Artık nefret ediyorum...

Hastaneye vardığımızda ortak bir arkadaşımızın da yanımda fikirlerime destek vermesiyle, ayakta durdum. Sedyede odanda yatıyordun kesin, kolun filan kırıktı, bir iki yerinde çatlak filan vardi belki... O da "evet öyledir kesin" diyordu. Her şey kesindi... Kesin...

Saat kaçtı bilmiyorum... Hastane duvarları üzerime yıkılıyordu o sıra, kulaklarımdan uğultu geçmiyordu, herhalde ondan bakmayı unuttum. Doktorun ümüğünü sıkıyım dedim konuşamasın orospu çocuğu, kessin sesini. Hem bu doktorlar şerefsizdi, hep "her şeye hazırlıklı olun" deyip insanı germezler miydi? Emir'e de kaza geçirdiğinde öyle dememişler miydi? Yarin uyanacaktın sen, doğum gününe kadar ayaklanacaktın... 10 gün vardı... Senin yoğun bakımda olmandan çok, seni tutamamış olmam beni deli ediyordu. Allah'in belası kara Şubat çok da soğuktu... "Emanetimize sahip çıkamadın" dediler, dışımla birlikte içim de dondu...

Tam olarak senin hep bana yakıştırdığın şekle girmiştim o günden 3 gün sonra. Odundum sanki, gelene gecene boş bakıyordu gözlerim. Sabırla sana uyandığında söyleyeceğim o "iki çift" lafı kuruyordum kafamda. Kurtulamazdın benden. Bir daha arabayı bırak bisiklet sürmene bile izin yoktu. Alacaktım ehliyetini elinden, zaten neden daha önce yapmamıştım ki ben bunu! Kafama sıçayım diyordum da... Olanla ölene... Neyse...

Ayin 9'uydu... Ben artık uyansan da ne halde bir hayat geçireceğini biliyordum, doktorlar söylemişti. Herkes girdi çıktı yanına, sıra bana ilk gün gördükten sonra ancak o gün gelmişti, tam 8 gün görüşmemiştik, isyan edip uyanman gerekirdi ama uyanmamıştın, bu sefer kapıma dayanmamıştın. Artık seni tutamayacağımın bilincindeydim ben. Bir kere tutamamıştım, kendimi ve üzerinde var üzerindeki etkimi sorgulamayı çoktan bitirmiştim. Sonuç sıfırdı... Sen beni dinlememiş, bildiğini okumuştun. Halbuki benim annene sözüm vardi... Annenin yüzüne bakmaktan vazgeçmiştim artık... Onun da dediği gibi "Emanetine sahip çıkamamıştım."

Baktım sana... Hiç benim Burcu'm gibi görünmeyen o Burcu'ya, beni duyduğundan emindim. Çünkü sana, " Gitmek istiyorsan yine git, ben artık seni tutmaya çalışmaktan vazgeçtim. Belki de böyle huzur bulacaksın. Ama lütfen gideceksen de ya bugün git ya da yarından sonra çünkü gerçekten yarin gidersen,doğum gününde çekip gidersen kaldıramam, kimse kaldıramaz bu kadarını." demistim.

Ertesi gün işe gittim. Senin doğum gününde hastane köşelerinde, buz gibi yataklarda şuursuzca yattığını unutmam lazımdı. İçimden gelen o "yine bildiğini okuyacak" sesini bastırmam lazımdı. O artık nefret ettiğim müzik yine çaldı. Sadece müziğini değil telefonu da sevmiyordum artık. Kara haber getirmekten başka bir boka yaradığı yoktu.

O gün benim kendime, sana ve hayata küsüşümün ilk günüydü. Ve sen yine beni yanıltmamış, kendi bildiğini okumuştun.

Arabamdan da nefret ediyordum. Senin koyduğun ismi taşıyordu, yolcu koltuğunda senden başkasını görmeye tahammülüm yoktu. Ön panelde öpücük izin vardi, dikiz aynasında senin çektiğin fotoğraf da duruyordu. Son kez geldim yanına direksiyona geçip. Son olduğunu kabullenemeyen uyuşuk beynimle... Put gibi çektim o yolu. Toprak seni alırken görmeyecektim, yolu bilmez gibi yaptım. Gözlerim yansa da ağlamadan vedalaştım seninle. Toprak seni benden çaldı, ben de bir avuç ondan... İste O günden sonra Şubatlar hep kara Şubat'tı, topraklar hep kara toprak artık. 

6 Nisan 2015 Pazartesi

SONRA BİR GÜN...

Bir sonbahar günü, yağmur yağarken, günün yorgunluğu omuzlarımdayken yalvar yakar takıldım arkadaşımın peşine. Bir benzin istasyonunda oturuyordum, elimde sigara... Karşıdan biri geliyordu, kalbim mi yoksa aklım mı bilmem birileri bana fısıldadı "O senin evleneceğin adam". Bakamazdım yüzüne, alnımda yazıyordu sanki aşık olduğum. Kısa cevaplar verdim sorularına sesim titrer korkusuyla. Kalbim peşine takılmıştı, aklımsa diyordu ki "Üzüleceksin, gitme peşinden." Ben kalbimi dinledim, bir gece aldı seni ölümüne sevmem. Bir gecemi aldı sana ait olmaya karar vermem. Sonrasıysa bir rüya gibi... 

Aşka inanmayan bir insana aşkı anlatan gözlerin vardı senin. Özlediğim her şeyi bünyende saklıyordun. Koşturdum sen istedin diye, elin oldum kolun oldum, evin oldum. Rüyam öyle güzeldi ki, bulutların üzerinde, pamuk gibi bulutların üstünde, sen, ben, biz olmayı başardığım tek adam, ellerimden tutuyordu. İlk kez kendimden bir başkasının canı yanınca kalbimin acıdığını hissettim ben. İlk kez o ağladı diye oturdum ağladım, ilk kez evlenmek bana uzak değildi belki de gerçek olurdu hayallerim. Kendimden her zamankinden daha fazla umudum vardı artık. Bitmeyecekti ben ömür boyu seveceğim adamı bulmuştum. Sonra bir gün... 

 Bir direksiyonda ben, diğerinde sen... Koskoca dünya omuzlarımdaydı yine... Yanımdan gitmen beni öldürür diye korkuyordum. Yanımdan gitmene dayanamam diye... Yollar uzasın istedim, izin vermesin senin benden uzaklaşmana, varma o gideceğin yere... Evim bomboştu, içim bomboş... Şükretmeyi öğrendim hala hayatımda olmana. Uzakta bile olsan alışırdım özlemeye. Seni özlemek bile güzeldi, belki en güzel işkencemdi. Sen orada yaşıyordun, ben burada. Hep uzak olacaktık, hep sensiz olacaktım. Sesinle yetinmek zor geliyordu, sesine sarılamazdım çünkü...Sonra bir gün...


 Yalanlar girmişti aramıza... Ve senin acımasızlığın, sevgisizliğin, uzaklığın koymuyordu da gönlünün uzaklığı... İşte o kavururdu beni. Sevmediğine inandım, hiç sevmediğine. Oyuncaktım ben senin için, kısa süreli bir eğlence. Halbuki her şeyimi vermiştim düşünmeden. Aptal dedim kendi kendime. Zeki diye geçinen bir aptal... Sonra önce kendimi derslere, sonra alkole vurdum. Aramamak için kendimi tuttum. Geceleri rüya görmemek, görsem de hatırlamamak için içtim. Senin adını rahat rahat haykırıp, ağlayabilmek için içtim. Düşünmeye hiç vakit bırakmıyordum kendime. Sen hiç var olmamışsın gibi davranmak zorundaydım. Yerini doldurmaya kalktım sonra. Bir değil iki değil bazen aynı anda 3 kişiyle birden. Kalbimin sancısını kimse alamadı. Onaramadı kimse yaralarımı. Canım bedenime fazla geliyordu. Allah affetsin. Canımdan vazgeçmeyi planladım. Ölemedim, sensiz ölmek bile zor geldi. Hiç inancım kalmamıştı, hiç bir şeye isteğim... Hiç mutluluğum yoktu artık elimde. Hepsini senin için harcamıştım. Yıllar geçti tam kaçacaktım bu diyarlardan. Sensiz anlamı olmayan o kara şehirden kaçacaktım. İşte o gün, sen aradın.


 Dünyam aydınlandı, umudum yeşermişti. Seni görecektim, senin şehrine gelecektim. Yolculuk gözümde büyümüyordu artık, çünkü iki yolculuğumun arasında sen vardın ve ben hala senin olduğun her şeyi sevmeye programlıydım. O gün geldiğinde heyecandan iki saniyede bir saate bakıyordum. Saat bir türlü ilerlemedi, çünkü gelmedin. Beni yine yıktın ve gelmedin. Bitmişti artık her şey. Nefret etmeliydim ben senden. Gittim. Ve döndüğümde her ne olursa olsun başkasıyla geçirecektim hayatımı. Çünkü evlenmiştin... Çünkü artık benim için ölüydün. Ben buralarda yokken senin yüzün gülüyordu. Bense buralarda yokken, gelecek hayallerimin senden başkasıyla gerçekleşmeyeceğine karar verdim. Kendimi işe, okula her ne olursa ona verecektim. Senin mutluluğun önemliydi. Senden nefret etmem şarttı. Başka türlü yaşamam mümkün değildi. Sonra bir gün... 

 Daha fazla kalamadım uzaklarda, aklımı kaybetmeden dönmem lazımdı senin olduğun topraklara. Seninle aynı havayı solumaya kararlıydım. Senin şehrindi benim yerim. Sen benim olmasan da kabullendiğim bir şey vardı. Ben maalesef senin olarak kalmıştım. Mutsuzluğumu perçinleyen onca şeyin yanında seni aslında düşünmemem lazımdı ama her nasılsa hiç çıkamadın aklımdan. Sanki beynimde bir hapishane vardı da tek mahkum sendin. Sanki anahtarı da yutmuştum. Geldim senin şehrine. Başkalarıyla keşfettim senin yuvanı. Senin büyüdüğün yerlerden geçtim hep. Tam da atlatıyorum galiba derken... Sonra bir gün... 

 Tatlı tatlı mesajlar gelir oldu... Teknoloji sağolsundu. Sen yaşıyordun, sen beni unutmamıştın, inanılır şey değildi; ama gerçekti. Ama gerçeklerin arasında senin hala evli olman da vardı. Gelemezdim sana, savaştım kendimle. Yine yenildim. Nefret ettim kendimden ve iradesizliğimden. Nefret ettim duyduğum aşktan ve senden vazgeçemeyişimden. İçimde yenemediğim bir mutluluk ve onu bastırmaya çalışan bir umutsuzluk vardı. İçimde sen vardın, ben paramparçaydım. İçimde anlaşılamaz bir nefret ve aşk vardı. İçimde yok yoktu evet ve sen de yok olmak zorundaydın. Oldun da... Bir göründün bir kayboldun. Son dönüşün benim bayramım olmuştu. Kurtulmuştun zincirlerinden. Ve senin olmama izin vardı artık. Sonra bir gün... 

 Eski yerimde bulutların üstünde buldum kendimi. Her elimi tutuşunda ben de tutuştum. Her görüşümde aklım allak bullaktı. Seni her görüşümde mutluluktan ağlardım belki de... Yakınımdakiler sevdi, sevmedi, bir istedi bir istemedi seni. Herkesi silmeye hazır bir insan vardı elini tuttuğun. Senin için dünyayı hiçe sayacak. Sevgisi hiç eksilmemiş bir kadın... Hem de sana ait kalmış o kadın seninle her şeye hazırdı. Sonra bir gün... Gelip çatmıştı artık seninle güzel bir başlangıç. Gelip çatmıştı hayatımın geri kalanında senin olacağın o günler. 7 sene sonrasını bulmuştu ama bulmuştu işte sonunda yolunu. Kalbim doğru söylemişti. Sen benim evleneceğim adamdın. Senin yüzüğün vardı parmağımda ve baktıkça kahkahalar atmak istiyordum. Sonra bir gün... 

 Güzel olmasını istediğim ama huzursuz olan bir kalabalıktaydık seninle. Sanki kimseler yoktu aslında baş başaydık. Seni gördükçe mutlu oluyordum. Ve aynaya baktıkça beyazlar giymeyi ne kadar istediğim aklıma düştü. Sen de beyazdın... Biz birbirimize ait olduğumuzu ilan ediyorduk bütün dünyaya ve ailemiz bildiğimiz herkese. Yine bir yüzük mutlu etti beni. Senin parmağında gördüğüm o kocaman yüzük benim mutluluğumu taşıyordu. Yolun sonuna geldiğimizi anlatıyordu her şey bana. Başka bir yola çıkacaktık ve bu sefer beraber olacaktık. Sen benimdin artık. Seni tanıdığım günkü gibi aklımı, kalbimi, bedenimi ve ruhumu dolduruyordun. Sevindim kurdele kesildiği saniye. Yanlış adamı sevmediğimi anladım. Ben hep doğruyu sevmiştim. Kalbim de "BEN SANA SÖYLEMİŞTİM" diyordu bağıra bağıra. "BEN SANA SÖYLEMİŞTİM..."

 N.U. 06.04.2015